16 Eylül 2015 Çarşamba

Sevginin Yıldızlı Hali


Bir arkadaş düşünün ki, “çocuk kitabı yazmaya çalışıyorum” dediğiniz andan itibaren çocuklara yönelik yazılıp çizilmiş hoşuna giden ne varsa sizinle paylaşmakla kalmayıp, telefonda size sevdiği kitapları bazen baştan sona, bazen içinden seçtiği kısımlarını okusun gecenin bir vakti, sabah uyandığınızda mesaj kutunuzda içinizi mutluluk dolduran animasyonlar karşılasın sizi... Tanıyanlar Kerem’den bahsettiğimi anlamışlardır elbette, hatta sadece tanıyanlar değil, benim uzun uzun anlatıp tanıttıklarım da. İşte o insan, canım Kerem Kamil Koç’un önerdiği, sevdiği nice şeyden biriydi Yıldız Kız, tıpkı kendisi gibi, “Eşine az rastlanacak bir tipti. Bugündü. Yarındı” Leo’nun tabiriyle. Hayatıma girmiş nadide bir insanın, ender bulunan bir karakteri ve sevgiyi anlatan romanı tavsiyesi bu nedenle özellikle anlamlı benim için. Nicedir Yıldız Kız üzerine bir şeyler yazıp kendimce Keremimi’yi yad etmek isterken, kitabın devamı niteliğindeki Yıldızlı Sevgi’nin çevrildiğini öğrendikten sonra, onu okumadan harekete geçmek olmazdı. Dolayısıyla ilk kitabı kimbilir kaçıncı kez kurcalayıp devamını da okuduktan sonra her ikisine birden değinerek bir şeyler karalamaya karar verdim.

Yıldız Kız, ilk bakışta gençliğin erken evresindeki insanlara yönelik yazılmış bir ‘ilk-aşk-romanı.’ Herhalde en doğru karşılığı bu; 10. sınıf öğrencileri arasındaki ilişkileri anlatan, sınıfa sonradan gelen garip bir kızla popüler oğlanın ilişkisini konu edinen, lise koridorlarında geçen bir aşkın hikayesi. Ancak kitaba ismini veren özel kız, neredeyse gerçek ötesi bir karakter olduğu için, en azından insanların hayatında böyle bir etki yarattığı için, hikaye bambaşka bir tad bırakıyor insanda. Esas ismi Susan Caraway olan bu genç kız, ailesiyle Arizona’ya taşınıp Mica Lisesi’ne başladığında ilk defa okul deneyimi ediniyor; ki ilk gariplik burada. 10. sınıfa kadar evde öğrenim görmüş olan Susan’ın diğer büyük garipliği ise kendini herkese Yıldız Kız olarak tanıtması ve bu ismi kendisinin seçmiş olması. Dış görünüşü de, Amerika’nın liseli ergenlerinin alışık olduğu tipin oldukça dışında; uzun saçları, taşıdığı büyük bez çantası, uzun etekleri ve makyajsız haliyle, Yıldız Kız diğerlerinin arkadaşlık kurmak istemeyeceği bir tip. Ancak o, kendisine selam dahi vermeyen insanların doğum günlerine özel kutlamalar yapacak, onlar için ukulele çalıp şarkı söyleyecek kadar arkadaş canlısı. Sadece okul arkadaşları değil, kasabada yaşayan neredeyse herkesin doğum gününü bilen, insanların nelerden hoşlandığını öğrenip onlara hediyeler gönderen, gazeteye kişilere özel ilanlar veren bir çeşit mutluluk ajanı Yıldız Kız. İnsanların hayatına ışık saçan, pırıl pırıl bu insanın tabir-i caizse gezegeni olan kişi ise Leo. Ancak sorun şu ki, Leo’nun etrafında dolanan çok sayıda uydu var. Ve ne yazık ki bu uydular, sadece başka insanlar değil, hayatın normal seyrinde olan biten her şey. Nasıl ki aşk, hayatın üstünde ve/ya ötesinde başka bir gerçekliğin yaratıcısı, Yıldız Kız’ın sevgisi de Leo için işte aynen böyle. Gerçek bir aşk. Bütün hayatın dışında ve ötesinde. Başlangıçta Leo’ya çekici gelen bu durumun sonrasında katlanılmazlaşması ise, ilişkilerini bitme noktasına getirmekten ziyade Yıldız Kız’ı sıradan bir kız olarak Susan’a dönüştürüyor. Aşk için insanın kendisinden vazgeçmesi mümkün mü/doğru mu/değer mi? Bu soruların her birine cevap oluyor Yıldız’ın sönüşü, dönüşümü ve nihayet geri dönüşü...


İkinci kitap Yıldızlı Sevgi ise Yıldız Kız’ın asıl kitabı. İlk kitapta Leo’nun dilinden okuduğumuz hikayenin devamında olanları bu defa Yıldız Kız günlük tutarak anlatıyor ama bu sıradan bir günlük değil, Leo’ya yazılan uzun bir mektup aynı zamanda. Günlüğü –veya mektubu- sayesinde, Yıldız Kız’ın Pennsylvania’ya taşındıktan sonraki hayatına tanıklık ediyoruz bu kitapta. Hayatına giren yeni insanların her biri kendisi kadar özel karakterler; Yıldız Kız’ın en yakın arkadaşı sabahın altısında evden kaçıp yanına gelen beş yaşındaki inanılmaz sevimli Dootsie, Yıldız Kız’dan bile daha parıltılı, çünkü onu bile şaşırtan fikirlere sahip. Diğer arkadaşıysa manevi kız kardeşi Alvina. Alvina da Yıldız Kız’dan yaşça küçük ve bizdeki ifadesiyle tam bir erkek Fatma. Kavgacı, erkek çocuklarla dövüşüyor, acımasız ve somurtkan. Fakat bütün bunların sebebi esasında büyümekte olması, duygularıyla başa çıkmayı becerememesi. Bu üçlünün diğer arkadaşlarıysa dokuz senedir evinden dışarıya adımını atmamış olan Betty Lou. Eşinden ayrılması ve duygusal buhranıyla muhtemelen bağlantılı bir şekilde, sonradan agorafobi sahibi olmuş ve kendi iddiasına göre, sanılandan çok daha fazla insanda agorafobi var ancak hiçbiri dışarıya çıkamadığı için onlarla karşılaşmamız mümkün değil. Betty Lou’nun varlığından haberdar olmamızı sağlayan şey ise, dışarıya çıkamayışına getirdiği çözüm: Yaptığı lezzetli keklerle Dootsie’nin onu sık sık ziyaret etmesini sağlayışı. Yıldız Kız’la tanışmalarına önayak olan da o. İşte tüm bu ‘renkli’ karakterlerin hayatlarını okurken, bir de Yıldız Kız’ın duygusal değişimlerini görüyor, mutluluk vagonundaki çakıl taşlarının bir bir eksilmesini seyrediyoruz. Mutluluk vagonu, Yıldız Kız’ın tahtadan yapılmış oyuncak vagonu, içindeki taşların sayısı ne kadar fazlaysa Yıldız Kız o kadar mutlu. 20 taşın tamamının vagona girdiği ilk ve tek gün ise, Leo ile ilk öpüştükleri gün. Yani bütün garipliklerine rağmen Yıldız Kız, sıradan bir genç kız. Kitapların güzelliği de belki tam burada. Her şey son derece olağan ve sıradan ama bir o kadar ilginç ve büyülü. Çünkü aşk acısı çekip günlük tutan bu kız, aynı zamanda Stonehenge’i kendine örnek alarak bir güneş takvimi yapmaya kalkışıyor, her Perşembe akşamı ‘Takvim tepesi’ adını verdiği yere gidip takvime işaret koyuyor, meditasyonunu yapıp kendini hiçleştiriyor, gittiği her yerde özel bir mekan bulup oraya ait olmanın, orada bir hiç olmanın, doğaya karışıp kaybolmanın tadına varıyor... 16 yaşında olmasına rağmen yaşlı dostu taşbilimci Archie kadar bilgeliğe sahip ama hoşlandığı Perry'nin sorularına verecek cevap bulmakta zorlanacak kadar da toy bir çocuk hala. Kitabın da karakterlerin de yarattığı güç öyle büyük ki, üzerine düşündükçe kafamda capcanlı duran her sahneyi anlatasım geliyor. Böylece bu yazı bir tanıtım veya eleştiri olmaktan uzaklaşıp, kitap özeti haline gelecek diye korktuğumdan buralarda bir yerde kesmeliyim galiba.

Betty Lou’nun “anı yaşa”makla ilgili verdiği tavsiyeye uyan Yıldız Kız’ın en büyük ve en etkileyici özelliği, hayattan aldığı keyif ve etrafındaki insanlara saçtığı, ancak paylaştıkça daha güçlü ve anlamlı olacağını bildiği mutluluğu. Öyle ki, takvim tepesinde mevsim dönümünü kutladıklarında, kasabadaki bütün dostlar bir araya gelip güneşin doğuşunu seyrettiklerinde, hayatın anlamını buluyorlar esasında. Hayatın, doğanın, yaşamanın ve hep bir arada sevgi ile var olmanın... O kadar barışçıl, huzur dolu bir anlatı ki Yıldızlı Sevgi; yaşadığımız berbat dünyanın sürekli savaş ortamında umutlanmaya fırsat tanıyan bu kitabı, umuda ve güzelliğe yakın duyumsamak adına, farklı beğenilere sahip bütün insanlara tavsiye edebilirim. Dahası, bu anlattıklarımın fazlaca iyimser geldiğini düşündüğümde, Yıldız Kız’ın Pollyanna gibi gerçek dışı bir karakter olmadığına da kanaat getiriyorum aslında; vagonundaki taşlar eksilirken, kendi kendine Leo’nun yerine sorular sorup cevaplarken, yanından ayırmadığı minik sıçanı Tarçın (ilk kitabın çevirisinde Zencefil olarak geçiyordu) ortadan kaybolduğunda telaşlanırken, hiçbir Pollyannavari aşırı iyimserliği –biraz cüretkar bir yorum olacak ama ‘yapmacıklığı’- yok Yıldız Kız’ın. Bambaşka insanları bir araya getiren ve herkesi ayrı ayrı iyileştirme gücüne sahip olan bu hayat dolu, sevgi dolu karakterin bana can arkadaşımı çağrıştırıyor olması ise kitabı benim için ayrıca güzelleştiriyor. Yıldız Kız’ın Leo’ya sorduğu sorunun cevabını canım Kerem’den duymamız ve buna inanmamız umuduyla; birbirini gerçek bir yakınlıkla sevmiş herkesin hayatın bir yerlerinde yeniden karşılaşması, temas etmesi, bir şekilde hiç kopmaması umuduyla yani. Sevginin yıldızlı haline! 

Hiç yorum yok: