3 Şubat 2015 Salı

Deliliğin Pençesinden Hayata




Susannah Cahalan’ın New York Times Bestseller kitapları arasında yerini almış romanı “Beynimdeki Yangın”ın konusunun oldukça dikkat çekici olduğu herhalde tartışılmaz. New York Post gazetecisi 24 yaşındaki genç ve güzel bir kadının deliliğin sınırında gezindiği sürecin öyküsünü anlatan kitap, söz konusu kadın Susannah’nın dilinden yazılmış. Hayatını yazarak kazanan bir gazeteci olmasından mütevellit, gerçek belgeleri derleyip toparlayarak elde ettiği verileri, hayatının kayıp zamanını kurgusal bir anlatı şeklinde, gayet sürükleyici bir dille de anlatmayı başarmış.
‘Çok satar’lar, hafif, uçucu, sadece zaman geçirmek için okunup kısa sürede unutuluveren kitaplar olduklarına dair bir önyargı yaşatırlar insana. “Beynimdeki Yangın”ın bu açıdan farkı var: Hakikaten unutulması güç bir hayat hikayesini anlatıyor olmasının yanı sıra, bir hayata geri dönüş hikayesini ve aynı zamanda her an herkesin başına gelme ihtimali olan ürkütücü deneyimi anlatıyor. Bu tarif, insana kanser hastalığı yenme süreçlerini de çağrıştırabilir elbette. Buradaki ayırt edici taraf ise, Susannah’nın yendiği rahatsızlığın ‘NMDA reseptör otoimmün ansefalit’ adında ‘zihinsel/nörolojik’ bir rahatsızlık olması ve belki daha önemlisi, fazla bilinmemesi gereği, tanının çok zor konmuş olması. Zira kitap, ‘tanı konmamış hastalara’ ithaf edilmiş.
Kurgu, Susannah’nın evinin içinde gezinen hayali tahtakurularıyla başlıyor, tahtakurularının hayali olduğu konusundaki yargı ise hastalığının tanısının konulduğu sürecin anlatıldığı bölümde ortaya konuluyor. Manhattan’da bir stüdyo dairede tek başına yaşayan, orta-üst sınıfa mensup bir Amerikalı’nın olağan gündelik hayatının hikayesi, başlangıçta bu şekilde tariflenen herhangi birisinin yaşaması muhtemel psikolojik (Giselle’in tarifiyle ‘şımarıkça’) sorunlarla değişmeye başlıyor. Fakat kısa sürede psikologlardan psikiyatristlere ‘terfi etmiş’ kadının, kendine koyduğu bipolar bozukluk teşhisi, paranoyaya, oradan farklı sendromlara dönüşürken; aslında olan bitenin basit psikolojik travmalar, stres kaynaklı, artık hepimizin alışık olduğu geçici bunalımlar değil; kalıcı olabileceği gibi ölümcül hale de gelebilen ciddi bir rahatsızlık olduğunu, Susannah ile birlikte bizler de öğreniyoruz…
Psikoloji/psikiyatri/nöroloji alanlarına ilgi duyan okurların, kurgu içerisinde bahsi geçen ‘capgras sendromu’, ‘dissosiyatif kimlik bozukluğu’ gibi kimi hastalıklar/durumlar hakkındaki özetleyici bilgiler tarafından da tatmin edileceklerini söylemek mümkün. Öte taraftan zihinlerimiz üzerine fikir yürütmek konusunda ortak paydamız olduğu gerçeği gözardı edilmemeli kanaatindeyim: Kuşkusuz, hepimiz hafızamızın yeterliliği/yetersizliği üzerine düşünüyor, hatıralarımızın bir kısmını zamanla parlatıp güzelleştirirken, bir kısmını beynimizin çöplüğünde yok etmeye uğraşıyor, rüyalarla gerçekler arasındaki sınırlara, paralelliğe dair düşünce üretiyoruzdur. Ve hatta günün birinde hafızamızı kaybetme ihtimalimiz, alzheimer’a yakalanma olasılığına karşı yapılabilecekler de gündelik sohbetlerimizi oluşturur haldeler son zamanlarda. Bu ilgi yoğunluğunun sebebi, sanıyorum ki, bahsi geçen alanlardaki araştırmaların yaygınlaşması sonucu bilinirliğin artışı. Psikoloji konusundaki hakimiyetimizin kaynağının gündelik hayatlarımızdaki stres oluşu ve dahi insanların yüzde-bilmem-kaçının anti-depresan bağımlısı olması ve/veya terapiye en azından bir seans gitmişliği ise; yine konunun güncel olması açısından belirleyici.
Kitaba geri dönecek olursak, başlangıçta ifade ettiğimiz gibi, Susannah’nın meselesi hakikaten psikolojinin sınırlarının çok ötesinde, beyninin sağ yarımküresinin bir anlamda iltihaplanması ve işlevini kaybetmesi söz konusu – kaldı ki; ilk bölümlerde kendisi ‘basit’ teşhislerle evine yollanıyor, işin ciddiyeti kadının geçirdiği şiddetli nöbetler neticesinde anlaşılıyor.
Genç, güzel, başarılı bir kadının tabir-i caizse aklını kaçırıp krizlere girmesi, soluğu akıl hastanelerinde alması, hayatını okur-yazarlığıyla sürdürürken, kitap okuyamaz, son derece konuşkan ve neşeliyken, gülemez ve iki heceyi bir araya getirmekte zorlanır hale gelmesi, ailesinin ve sevdiklerinin gözünde yok olup gitmesi, etrafındaki insanlar tarafından acıma hissiyle bakılır olması, hakikaten acı ve zor bir süreç olmalı. Bu sürecin anlatısı boyunca, Susannah’nın yakın çevresindeki insanların değişimleri, erkek arkadaşının tavrı, ayrılmış ve başka evlilikleri sürdüren anne ve babasıyla kurduğu ilişkilerdeki farklılaşma gibi durumlar iyi bir romancılığın ürünü olduklarından mı, yoksa gerçekten yaşandıkları için mi böylesi iyi yazılmışlar ve rahatlıkla okutuyorlar kendilerini; bilinmez. Ancak bir yaşamın kayıp kısmının bu şekilde geri kazanılması, Susannah’nın geçmişinde (yazardan ön adıyla bahsediyor olmak, çünkü kendisinin kendi romanının karakteri olması da ayrı bir yazının konusu) kalan bu büyük ve benzeri pek görülmeyen deneyimin, başka insanların yaşamlarına katması muhtemel değer ve dahi verdiği ilham son derece dikkat çekici.
Herhangi bir rahatsızlığa tanı koyulamaması, insanı en kötü ihtimallere dahi razı ediyordur herhalde. ‘En kötü karar kararsızlıktan iyidir’ cümlesinin haklılığı misali, en kötü hastalık da tanısı konulamayan ve bu nedenle tedavisi imkansız hastalığa kıyasla daha tercih edilir olmalı. Öyle ki; 2007 itibariyle NMDA otoimmünin teşhis edilebildiği bilinmekte ve 2009 senesi içerisinde hastalanan Susannah teşhisi konulan 217. hasta. Tanı konulamama hali kendisini o kadar yıpratmış ve pek tabii korkutmuş olmalı ki; “…kim bilir kaç kişi tedavi görmeden, bir akıl hastalığı teşhisi konarak yahut bir bakım evinde ya da psikiyatr koğuşunda yaşamaya mahkum ediliyordu?” diyerek kendisinin ne kadar şanslı olduğunu vurguluyor.
Deliliğin sınırlarında gezinen, beyninin içi yanan bir kimsenin, yakın zamanlarda yaşadığı bu sıradışı deneyimin sürükleyici hikayesi; zihnimizin kontrolü üzerine, yaşadığımız zamanın değeri üzerine düşünmek için de bir fırsat niteliği taşımakta. Limbik sistem, amigdala, hipokampus benzeri beynimizde yer alıp duygularımıza, hafızamıza yön veren kısımlara yönelik bilgiler de, anlaşılır şekilde ve yer yer çizimlerle desteklenerek verilmiş; ilgililere ayrıca duyurulur…

Hiç yorum yok: